Gebelik birçok anne adayının hem merak ettiği hem de endişe ile yoğun kaygılar yaşadığı bir süreç. Oysa bu dönemin özel ama bir o kadar da doğal bir süreç olduğunun anne adaylarına anlatılması hem gebelik hem de doğum sürecinde rahatlama açısından büyük önem taşıyor.
Gebelik süresi, 40 hafta ya da 280 gün olarak tanımlanıyor. Bununla birlikte 38-42. haftalar arasındaki doğumlar da normal kabul ediliyor. Gebelik dönemi; 0-12. haftaya kadar ilk üç ay (birinci trimester), 13-26. hafta arası ikinci üç ay (ikinci trimester) ve 27-40. hafta arası da son üç ay (üçüncü trimester) olarak bölümlere ayrılıyor. Bu ayrım esasında kesin sınırlarla çizilmiyor ancak her evreye ait özel değişiklikler ve yakınmalardan dolayı kabaca böyle ifade ediliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Cem Öncüloğlu, bebek bekleyen kadınların takibinin; 28. haftaya kadar ayda bir, 29-36. hafta arasında iki haftada bir, 37-40. hafta arasında da haftada bir kez yapılmasının önerildiğini belirterek, “Ancak izlem süreci, anne adayının yakınmasına ve risk durumuna göre değişiklik gösterebiliyor” diyor. Dr. Öncüloğlu, evrelerine göre gebelik sürecini ve anne adaylarını bekleyen durumları şöyle anlatıyor…
Bebek gelişiyor, anne değişiyor
İlk trimester, embriyolojik gelişimin en hızlı olduğu dönem oluyor. Bu süreçte organ formasyonları çok hızlı şekilde gerçekleşiyor. Gebeliğin başlangıcında embriyo şekilsiz bir oluşumken, bu dönemin sonunda insan formunu alıyor. Dr. Öncüloğlu, gebeliğin ilk sürecini şöyle açıklıyor: “Birinci trimester dönemde beyin, omurilik, kalp ve diğer organlar senkronize bir şekilde oluşmaya başlıyor.” Birinci trimester, anne adayları için sıkıntılı bir dönem olabiliyor. En sık; bulantı, kusma, göğüslerde gerginlik ve hassasiyet, yorgunluk, bağırsak düzeninde değişiklik gibi sorunlara rastlanıyor. Bu yakınmalar genellikle hafif hissedilse de bazı gebelerde şiddetli yaşanabiliyor ve ilaç tedavisi gerekebiliyor. Birinci trimesterde rutin olarak kan sayımı, idrar analizi, tiroit fonksiyon ile açlık kan şekeri gibi temel testlerin yanında gebelikte sorun yaratabilecek bazı enfeksiyonlar ve hastalıklara ilişkin taramalar da yapılıyor. Bu dönemin sonlarına doğru, 11-14. haftalar arasında “ikili test” olarak adlandırılan Down sendromu taramasının önerildiğini söyleyen Dr. Öncüloğlu, şöyle devam ediyor: “Son yıllarda aynı dönemde Down sendromu ve bazı kromozomal bozuklukları taramak için anne kanında fetal serbest DNA analizi de yapılıyor.”
12. haftadan itibaren embriyo artık fetüs olarak adlandırılıyor. Bu haftalarda fetüsün boyu yaklaşık 60 mm, ağırlığı da 14 gram oluyor. Ailelerin en merak ettiği bilgilerden biri olan bebeğin cinsiyeti 10. haftada netleşse de ultrasonla görülmeye başlanması 12-13. haftayı bulabiliyor.
Detaylı ultrasonla fetüs kapsamlı olarak inceleniyor
Gebeliğin 18-22. haftaları arasında yapılan detaylı ultrason taramasıyla, anne karnındaki fetüsün yapısal bozuklukları ve bazı kromozom anomalilerinin doğum gerçekleşmeden saptanması, mümkünse doğum öncesinde ve sonrasında gerekli önlemleri alabilmek amaçlanıyor. Dr. Öncüloğlu, “Ne kadar optimum koşullarda yapılırsa yapılsın tüm anatomik defektleri saptamak mümkün olmayabiliyor. Detaylı sonografiyle yapısal bozuklukların yüzde 85’i, kromozomal bozuklukların ise yüzde 70’i saptanabiliyor” diyor. İkinci trimester döneminde erken doğum riski gündeme gelebiliyor. Esasında gebeliğin 37. haftadan önce sonlanması olarak tanımlanan bu tabloya, en sık 26-34. hafta aralığında rastlanabiliyor. Çünkü bu haftaların bebeğin hızlı geliştiği, akciğer olgunlaşmasının olduğu döneme karşılık geldiğinin altını çizen Dr. Öncüloğlu, şu bilgileri veriyor: “Erken doğumun nedeni genellikle tam olarak bilinmese de en sık enfeksiyonlar, çoğul gebelikler, diyabet, rahim ağzı yetmezliği, daha önce erken doğum öyküsü olması ve rahim içinde yapısal anomaliler nedeniyle görülüyor. Risk faktörü olan gebelerin, yenidoğan yoğun bakım ünitesi içeren bir hastanede takip edilmesi, erken doğum riski halinde yakın izlem yapılarak gerektiğinde anne adayının hastanede yatarak tedavi edilmesi gerekiyor.”
Sıra geldi doğuma!
Bebeğin hızla büyüdüğü ve kilo aldığı bu dönemde, 28. hafta civarında gözler kısmen açılmaya, 30. haftada saçlar çıkmaya, 32-33. haftalarda da ışığa tepki verme başlıyor. 31. haftadan itibaren bebek hızlı büyüme sürecine girerken, anne adayını da zorlu bir süreç bekliyor. Uyku sorunları, nefes darlığı, eklem ve kas ağrıları, idrar problemleri, mide yanması gibi rahatsızlıklara sıkça rastlanıyor. Gebelik boyunca aşırı kilo alınması ise bu sorunları daha da şiddetlendiriyor. Dolayısıyla dengeli kilo alımı ile pilates, yoga ve yüzme gibi egzersizler söz konusu sorunlarla başa çıkmada anne adayına yardımcı oluyor. Dr. Cem Öncüloğlu, doğum sürecinin 38-42. hafta arasında gerçekleştiğini söyleyerek, “Normal doğum planlanırken bazı kriterlere dikkat etmek gerekiyor. Bebeğin anne karnındaki pozisyonu, kilosu, çoğul gebelik durumu, plasentanın yerleşimi, anne adayının pelvik yapısı, daha önce geçirilmiş rahim cerrahileri doğum şeklini belirlemekte önemli rol oynuyor. Anne adayın normal doğum isteği ve beklentileri de doğum sürecini etkiliyor” diyor.
Sancılar başlarsa…
Doğumun başladığını anlamak zor olmasa da ilk kez bu deneyimi yaşayan anne adayları kafa karışıklığı yaşayabiliyor. Sancılar erken dönemde seyrek aralıklarla ve hafif şiddette gelerek, yaklaşık 40-50 saniye sürüyor. İlk doğumda sancı aralıkları beş-altı dakikaya düşünce hastaneye gidilmesi öneriliyor. Doğumun son evrelerinde ise ağrı sıklığı 1,5-2 dakikaya iniyor. İkinci ve daha sonraki doğumlar ise daha hızlı olabildiği için hastaneye erken dönemde gitmek daha uygun oluyor. Doğumun başlamasına ilişkin bir başka işaret de amnion sıvısının yani bebeğin suyunun gelmesi. Bu durum, doğum sürecinin başladığını belirtiyor. Böylesi bir durumda telaşa kapılmadan bir süre evde bekledikten sonra hastaneye başvurmanın uygun olduğunu söyleyen Dr. Öncüloğlu, “Doğum sürecinde hastaya enerji verecek sıvı alımı çok fazla olmamak kaydıyla öneriliyor. Katı besinlerin tüketilmesi tavsiye edilmiyor. Halk arasında ağrısız doğum olarak adlandırılan epidural anesteziyle doğum, doğum sürecinin hemen başında yapılabiliyor. Epidural anestezi, anne ve bebek açısından güvenli bir yöntem olmakla birlikte hastaların doğum sancılarını belirgin derecede azaltıyor. Doğum süresince anne ve bebek düzenli olarak monitorize ediliyor. Eğer annede ya da bebekte bir sorun gelişirse sezaryen yapılabiliyor. Yüksek vakum ya da forseps uygulamaları ise günümüz doğum pratiğinde gittikçe daha az kullanılıyor” diyor.
Gerekli takviyeler doktor tarafından öneriliyor
Yapılan çalışmalara göre; gebeliğin ilk döneminde yetersiz folik asit alımı fetüste nöral tüp defekti denilen soruna yol açıyor. Dolayısıyla gebelik planlayan anne adaylarına günlük 400 mcg folik asit desteği öneriliyor. Anne adayına gerekli hallerde vitamin-mineral desteği de verilebiliyor. Ancak bu tür ilaçlar kullanılırken gebelik için uygun içerikte olmalarına dikkat edilmesi önem taşıyor. “Çünkü A ve D gibi vitaminler yüksek dozlarda alınırsa gelişen fetüste toksik etki yaratabiliyor” diyen Dr. Öncüloğlu, şöyle devam ediyor: “Demir desteğinin günlük ortalama 25-27 mg civarında olması öneriliyor. Son yıllarda popüler olan balık yağı ya da Omega-3’ün de bebeğin zeka gelişiminde olumlu etki yapabileceğine ve erken doğum riskini azaltabildiğine dair kanıtlar bulunuyor.”