Ağırlıklı ve genel kabul gören tanımlardan biri şudur; “İnsanı bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu Foto Credit: Gustav Klimt Kiss
SEVGİ KAVRAMI ÜZERİNE
Sevgi Nedir : Neyi, Niçin, Nasıl Severiz?
Günlük dilde en çok kullanılan ancak üzerinde en az düşünülen kavramlardan biridir sevgi. Sevgi üzerine konuşulduğunda çoğu zaman sevginin bizzat ne olduğundan çok, sevdiğini söyleyen insanların davranışları akla gelir. ‘Alınıyorum, çünkü seviyorum, sevmesem alınmazdım veya seviyorsan kıskanırsın, kıskanıyorsan seviyorsun demektir’ gibi.
‘Sevgi karşılıklıdır, karşılık alamıyorsam neden seveyim’, ‘Sevmek paylaşmaktır’ gibi aslında sevginin bizzat kendisini anlatmayan tutumlar sevgiyi yanlış anlamamıza neden olur. Üstelik de sevgi zannedilen sağlıksız tutumları sevgi ile ilişkilendiren yorumlar yapma tuzağına düşülür.
Ne gariptir ki; günümüzde benlik, sevgi, hoşgörü, kaygı, özgüven gibi kavramların anlam ve tanımı toplumun veya insanların çoğunun, neyi nasıl yaşadığı ölçü alınarak belirleniyor.
Yani bir çeşit istatistiksel ortalama alınarak; evlilik, kadın, erkek, dostluk, sevgi, bağlılık, yardımseverlik gibi olgu ve değerler tanımlanmaya çalışılıyor.
Halbuki istatistik; bir şeyin gerçekte ne olduğunu değil; hâlihazırda ne şekilde var olduğunu(yaşandığını) ve neyin ne ölçüde görüldüğünü ortaya koyar.
Örneğin; günümüzde sevgi üzerıne konuşulup yazılırken gerçek anlamda sevginin ne olduğu değil; sevginin günümüzde çoğunluk tarafından nasıl yaşandığı belirlenmeye çalışılıyor. Bu veriler üzerinden de teorik değerlendirmelere gidilerek ‘Aşkın ömrü altı aydır’, ‘Kimse kimseyi karşılıksız sevmez’, ‘Herkes kendini düşünür’, ‘Evliliğin üçüncü yılı çok kritiktir’ gibi yorumlar yapılıyor. Halbuki bu durumda gerçek aşkın ömrü değil; şu anda adına aşk denilen ben merkezli duygusal ve fiziksel tutkuların ‘ortalama ömrü’ tartışılıyor.
Bu veriler şüphesiz ki önemlidir; fakat onlardan yola çıkarak yapılan yorum ve genellemeler o olgu ve değerlerin gerçekliği konusunda bizi aydınlatmaz. Çünkü mevcut verilerden yola çıkarak bir şeyin doğası kestirilemez. Tıpkı bozulmuş veya ezilmiş meyvelere bakarak gerçekte o meyvelerin tadını ve doğal şeklini tanımlayamayacağımız gibi. Çünkü yanlış ve eksik örnekler üzerinden bir tanım oluşturulamaz.
Unutulmamalıdır ki bir şeyi, bütün düzey ve boyutlarıyla doğru şekilde ele alabilmek için öncelikle onun ‘aslında’ ne olduğunu bilmemiz gerekir. Bir olgunun, çeşitli evrelerde ve farklı koşullar altında hayatta nasıl yaşandığı ile, gerçekte ne olduğu aynı şey değildir. Sevgi için de bu geçerlidir.
Sevgi nedir?
Ağırlıklı ve genel kabul gören tanımlardan biri şudur; “İnsanı bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.”
Bu tanımı dıkkate alarak en doğal ve yalın haliyle sevgiyi şöyle tanımlayabiliriz;
Sevgi, insanın kendisinde olumlu bir duygu, düşünce ve duyum uyandıran şeyi fark edip onda olan değeri takdır etmesidir. Bir başka ifade ile sevgi; nitelikli, iyi, güzel, anlamlı, mükemmel olanı fark etmek ve onda olan değere ilgi göstermektir.
Bu fark etme ve değer görme halini yaşayan kişide değer verilen şeye karşı ilgi oluşur, ilgi devam ettirildiğinde alaka/bağ oluşur istenir. İlgi ve alaka, güçlenip süreklilik kazandığında yönelim ve bağlılık oluşur.
Dolayısıyla gerçek ve doğal sevgi, ‘’bir şeye ya da kişiye karşı ilgi, yakınlık duymayı içeren, insanı o şey ve kişiyle bağ kurmaya yönelten duygu” olarak da tanımlanabilir.
İyi, güzel ve nitelikli olanı fark edip ona değer verme potansiyelimiz olan sevgi, aslında ihtiyaç veya elde edilecek faydadan bağımsız olarak gelişir.
Dolayısıyla en doğal halinde sevgi; kişinin kendisinde olumlu bir duygu, düşünce, duyum uyandıran herhangi bir şeyi iyi, doğru ve güzel olarak takdir edip onaylama halidir. Aynı zamanda sevgi; insanın takdir edip onayladığı bu ‘‘iyi, güzel ve doğruya’’ yakınlık ve çekim duymasıdır.
Gerçek sevgi bu iken; psikolojik düzeyde yaşanan sevgi ise; ihtiyaç ve arzular ekseninde şekillenen bir ilgi, yönelim, karşılık arayışı ve sahiplenme arzusu olarak yaşanır.
Bir başka ifade ile ruhsal düzeydeki gerçek sevgi; iyi, güzel ve doğru olana dair bir farkındalık ve o nitelikli değeri takdır etme durumu iken, psikolojik düzeydeki sevgi, bir ihtiyaç ve beklenti ilişkisidir. Bu nedenle insanların öncelikle ‘seni seviyorum’ demek yerine ‘sana ihtiyacım var’ demeleri daha gerçekçidir.
Dolayısıyla psikolojik benlik temelli sevgide kişi;
• Kendisinde eksik olana
• Kendisini tamamlayacak olana
• Kendisine lezzet veren şeye (İyi, güzel ve mükemmel şeye) ihtiyaç hisseder.
Psikolojık ve bedensel duzeyde duyulan ıhtiyaçlar; güçlü arzu, istek ve özleme ve ardından da tutku ve bağımlılığa yol açar.
Psikolojik süreçlerle de etkileşerek fizyolojik ihtiyaç ve tatmine odaklanan beden ise; doğal olarak sevgiyi fizyolojik göstergeler, duyusal haz ve içgüdüsel dürtüler üzerinden yaşar.
İhtiyaçlar; genel olarak; bedensel, düşünsel ve duygusal (güzellik/estetik, ilgi ve değer görme, korunma, sahiplenilme, kimlik kazanma, güven vb.) temellere dayanır. Psikolojik düzeydeki sevgide karşılık beklentisi güçlü olarak hissedilir. İlişkiler bağlamında sevmek ve sevilmek kelimelerinin birlikte kullanımı, karşılıklı olma ihtiyacı içeren ve kişiyi belli açılardan tatmin eden bir duygu/ilgi alışverişine işaret eder.
Eğer birini sevdiğinizi söylüyorsanız, psikolojik açıdan bunun birkaç açıklaması olabilir:
1) Muhatabınızda kendinize benzeyen bazı nitelikler var ve bu ortak zeminde paylaşımda bulunmaktan, muhatabınızın size ayna tutuyor olmasından hoşlanıyorsunuz. (Yani “ondaki kendinizi” seviyorsunuz.)
2) Muhatabınızı bazı yönleri açısından olumlu buluyor ve onun aradığınız kişi olduğunu hayal ediyorsunuz. Onu hayalinizde tanımlıyor ve hayal ettiğiniz o kişiyi seviyorsunuz. ( Yani ‘’kendinizdeki onu’’ seviyorsunuz.)
3) Sizde olmayan ama onda olan bazı değer veya nitelikler ikinizin arasında tamamlayıcı birliktelik tesis ediyor, böylece kendinizde eksik olanı eşiniz/sevdiğiniz kişi sayesinde tecrübe etmiş, bütünlemiş oluyorsunuz. (Yani, “kendinizde eksik olanı” seviyorsunuz.)
4) Onunla yaşadıklarınızı, paylaştıklarınızı, birlikte ürettiklerinizi veya aldığınız keyfi seviyor; bütün bunları size o sağladığı için de “onu” seviyorsunuz. (Aslında, “onun üzerinden oluşan etkiyi ve aldığınız hazzı/keyfi” seviyorsunuz.)
5) Sevdiğiniz kişi size öyle davranıyor ki, kendinizi önemli ve değerli hissediyorsunuz. Onun sizi böyle önemsiyor olması kendisine karşı bir yakınlık, ilgi ve yönelim beslemenizi; onu hayatınızdaki diğer insanlardan ayrı, öncelikli ve özel bir yere koymanızı sağlıyor. Veya tam tersi, birini sevmenin duygusal açıdan sizi tatmin ettiğini, bunun size hissettirdiklerini seviyorsunuz (Yani “ sevilmeyi” seviyorsunuz.)
Psikolojik düzeyde sevgi; yukarıda saydığımız zeminde ve tarzda gelişen karşılıklı bir ihtiyaç ve alışveriş sürecidir. Bu alışveriş süreci de farklı benlik bilinçleri ile yaşanır. Kişi; kendisine ve muhatabına yüklediği anlama göre farklı bilinç ve sevgi hallerini deneyimleyebilir.
Benliğin sevgi sürecine etki düzeyi açısından da sevgiyi üçe ayırabiliriz;
• Ben merkezli olmayan sevgi
• Karşılıklı sevgi
• Tamamen ben merkezli olan sevgi
Ben merkezli olmayan ruhsal temelli sevgide; sevenin tek istediği sevdiğinin mutluluğudur, bunun sonucunda kişi sıkıntı ve zorluk çekse de bunu önemsemez ve sevdiğinin mutluluğuna odaklanır.
Karşılıklı sevgide; iki yönlü bir durum söz konusudur. Seven, karşısındakinin mutluluğunu istemekle birlikte kendi mutluluğunu da ister ve önemser. Kendisi tatmin olduğunda, muhatabının da tatmin ve mutluluğu için elinden geleni yapmaya çalışır.
‘’Tamamen ben merkezli olan sevgi ise; en alt düzeyde olanıdır. Böyle seven bir kişi için sevdiğinin mutluluğunun bir önemi yoktur; o sadece kendi mutluluğunu önemser.’’ (Ramakrishna, Yoga Sohbetleri, s.202)
Erich Fromm; bu konuda şöyle bir yorumda bulunur: “Sevgi yalnız bir insana veya yalnız bir sevgi nesnesine bağlılığı değil, kişinin bütünüyle dünyaya ilgi ve bağlılığını gösteren bir kişilik tutumudur. Kişi yalnız tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”
Kafka; ilişkilerdeki sorunların kaynağına değinirken asıl problemin sevgi ve duygu değil, kişilerin o sevgiyi/duyguyu yaşama tarzı olduğunu vurgular ve şöyle der; ‘’Sevgi yaşamımızı yücelten, ona bir genişlik ve zenginlik kazandıran, onu tüm derinlik ve yüksekliklere taşıyıp götüren her şeydir. Sevgi bir taşıt aracı gibi her türlü sorunsallıktan uzaktır. Sorunlu olan ise; sürücümüz, taşıttaki müşteriler ve yoldur.’’
Aynı durum bir başka açıdan şöyle ifade edilmiştir; Sevgi dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımızı hayal ettiğimiz tada susamaktan başka bir şey değildir. Ancak nasıl seveceğimizi bilmeden sevmek, sevdiğimiz kişiyi yaralar.
Bu durumlar için şunu söylemek mümkündür; Bir kişi psikolojik düzeyde “Seni seviyorum” dediğinde, sevginin kendisine değil; sevme işini yapan “Ben”liğine ve o benliğin ihtiyaçlarına odaklıdır.
Dalai Lama’nın ifadesiyle ‘’ En çok sevdiklerinze bile bir gün gidebilme özgürlüğü verin ki geri dönmek ve kalmak için doğal nedenleri olsun. Hayatta en gerçek ilişki, karşındakine duyduğun sevginin, ona duyduğun ihtiyacın ötesine geçtiği sevgidir.
Yazarlar : Eğitimci / Yazar: İsmail Acarkan – Eğitmen Yazar : Tuğba Akgün / Kadinca Özel
Özgürce sevmek dileğiyle.
Yazının tüm telif hakları kadincaozel.com.tr sitesine aittir.Kaynak gösterilmeden ve izinsiz kopyalanamaz.