Özlem Tekdemir
Ressam, Illüstratör
instagram@ozlmtekdemir
Ben küçükken, henüz yazmayı ve okumayı bile bilmiyorken tanışmıştım hikayelerle. Yakından bakarsam gözlerimi bozabilecek olanlarıyla tek kanallı televizyonumuzdan, uzak ve biraz yabancı olanlarıyla bembeyaz perdeli kocaman sinema salonlarından, tanıdık ve ayıp olanlarıyla anneannemin mutfağında kısık sesle konuşulanlardan, en büyülü olanlarıyla da uyumam için anlatılan masallardan haberdar oldum. Fakat umulanın aksine ne dinlediklerim, ne de duyduklarım –ve ne de sonrasında okuduklarım- hayata karşı merakımı dindirebildi.
Aksine deneyen olmak için, dahasını görmek için merakımı kabartıp, beni kahramanlarla dolu bir dünyayı bizzat keşfedebileceğime inandırarak hayatın orta yerine atlamaya teşvik ediverdiler.
Sanırım anlatanların da anlatılanların da birincil maksadı bunu yapmak değildi. Sanırım dünya duyduklarımdan yola çıkarak keşfedemeyeceğim kadar sürprizliydi. Köşe başlarında karşılaştığım umulmadık sorular, beni sonunda hikayelerin aslını anlamaya ve anlatmaya mesleğim dediğim şimdiki zamana getiriverdiler. Küçük eğlencelerimiz aslında insanoğlunun toplumsal kabullerini, kültürel değerlerini, gerçek olandan ziyade doğru bildiklerini öğütledikleri gizli bir eğitim gerecinden başka bir şey değillerdi.
Anlatılar, toplumun taşıdığı ya da tarihsel birikim neticesinde taşınmasının zorunlu kılındığı bazı değerlerin, kültürel kabullerin oluşturucusu, aktaranı ya da yeniden üretenleridir. Masallar ve mitler, bu vazifenin ilk askerleri olarak beşikten itibaren gözetilip eğitilmemizi sağlarlar. Eğlencenin ve gerçekliğe sığamayacak parıltıdaki düşlerin yardımıyla; küçük kızlar çarşıya giderken giyilmesi -ve hatta çoğu zaman ailenin alım gücünün yetmemesi sonucunda hiçbir durumda giyilmesi- mümkün olmayan kabarık elbiselerle kendilerini her türlü badireden kurtaracak bir ‘beyaz atlı bey’in hayalini kurarlar.
Oğlanların payına da kahramanlık ve mutlaka bilek gücüyle kazanılan bir zafer vaadi düşerken; toplumsal cinsiyet dersi, etkili girişini yapıverir masallarla. Yedi kat yorganın altındaki bezelye tanesinden rahatsız olup uykusu kaçmadığı için yeterince narin kabul edilmeyenler, hayatını cehenneme çevirmelerine rağmen üvey annesine ve kız kardeşlerine kölelik ettiği için periler tarafından bir prens kocayla ödüllendirilenler, yine başka bir prens için kapatıldığı kuleden saçını merdiven edenler…. Bu hanım kızlarımızın olumlu örnek kategorisinde değerlendirildiği eğitimin, nefretlik karakterleri de ne hikmetse yine havva soyundan seçilirler. Elmayla adam öldürenler, aynayla konuşup güzellik histerisi yaşayanlar, üvey kızına köle muamelesi yapanlar, peri olmasına rağmen ufak bir protokol aksaklığını dert edinip beşikteki bebeyi ölüm uykusuyla lanetleyenler en bilindikleridir.
Övülen değerlerin şemsiyesiyle büyürken gerçek yağmurlar yediğimizde masallardan şüphe etmeye başlarız elbette. İlk gençlikte en durgun olanlarımızda bile isyan emareleri beliriverir. ‘’Özgürlük nedir?’’, ‘’kadın olmak, erkek olmak nedir?’’, ‘’mini etek giyince başıma ne gelir?’’, ‘’benim eve giriş saatim komşuyu neden ilgilendirir?’’ gibi sorular sorma cesareti bünyeye yükleniverir. Neyse ki beyaz camda tüm bu soruları rahatlatacak yeni hikayeler gösterilir. Yetişkin masalları da diyebileceğimiz televizyon dizileri artık prenslerin ata binmediği, prenseslerin de pantolon giyebildikleri bir gerçeklikte anlatırlar derslerini.
Modern ekonominin dönüştürdüğü yeni dünya düzeninde monarşiye pek sık rastlanmadığı için ünvanlar holding patronu ve stajyer olarak değiştirilmiş, kötü kadınlar cadılıktan mankenliğe terfi ettirilmiştir. Mutlu sonun mutlaka kadının sabrından ve yumuşak başlılığından geçtiği, erkeğin oldukça varlıklı ve kalın bilekli olduğu dizilerden alınacak ders çoktur. Metrobüste ittirilip kaktırılan, karanlık sokaklarda hızlanan, eve giriş saatini mutlaka kollayan büyük çocukların oyalanmaya nasıl muhtaç olduklarını bilirsiniz… Tabii onlar da bilirler hayata ara vermek için hikayelere sığındığımızı. Birkaç saatlik endişe molasının en kolayı beyaz camdan yansır. Gün boyu karşılaştığımız tüm sıkıntıların temelini kurcalamaktansa, kurtuluşun ideal bir romantik ilişkide saklandığı eğlencenin içine çoktan fısıldanmıştır.
Eşitlik hikayelerde bile olsa gücü elinde tutanların tahammül edemediği bir olasılıktır. Belki tam da bu nedenle eğitimin temeli mutluluk hayallerine atılır. Eğlenceli hayaller kurduğumuzu sanırken kendi hikayelerimizle aramız açılır. Tahta kılıçlar yerine renkli boyaları seven oğlanlar ve beyaz atlara binip uzaklara gitmek isteyen kızlar yok sayılır. Halbuki bir çoğuna mutlaka metrobüslerde ve süpermarketlerde hatta bazı bankalarda rastlamışsınızdır. Hiçbir kahraman hikayelerde bahsedilmedi diye yok olmamıştır… Kendi hikayelerimizi yazmamız ve çok eğlenmemiz dileğiyle.
Merhaba.