Kendiliğindenlik; bugüne kadar bize hizmet eden tüm tutum ve davranışlardan istediğimizi seçme özgürlüğüdür. Hani bazen çok imrendiğimiz insanlar olur, içlerinden geldiği gibi kendilerini ortaya koymaktan çekinmeyenlerdir onlar… Okuldaki en popüler kız, takımdaki en popüler çocuk, işyerinde en enerjisi yüksek çalışma arkadaşı ya da sosyal hayatta cazibesi ile çevresinde ilgi ve merak uyandıran kişiler… Nasıl böyle sakin, dengeli, mutlu, huzurlu olduklarını anlamak için hep aklımızın bir köşesinde kendimize sorular sorup dururuz.
İşte sorduğunuz soruları kısmen cevaplayacağını düşündüğüm anahtar bir kelime paylaşacağım sizlerle: KENDİLİĞİNDENLİK.
Kendiliğindenlik bir yaşam stilidir. Özgür birey, içinden geldiğince davranan esnek biridir, budalaca direnmez. Var olan bütün seçenekleri görür ve duruma, amaçlarına en uygun bulduğu davranışı samimi bir şekilde uygulayan kişidir.
Peki siz içinizden geldiğince özgür davrananlardan mısınız?
Bazen kendi kendimizi şöyle söylerken yakaladığımız zamanlar vardır: “İçimden gelmiyor.” Evet, bazen içinden gelmeme hali aslında tam da ihtiyacını o an içinde o şekilde dile getirerek karşılama hali ile özdeşleşir. Bazen kendiliğinden çıkıveren, ağzımızdan dökülen kelimeleri pek bir az önemseriz. Aslında tam da o anda gelen kelimeler, cümleler İÇİM dediğin yerin seninle konuşma halidir. Senin tarafından fark edilmeyi bekleyen, karşılanmamış ihtiyaçlarının, yoksunluğunun dile gelmiş halidir. İçim dediğin yer aslında öz kaynağının, öz şefkatinin, öz değerinin yani ÖZ’ünün en saf halidir. Buna BİLGE hal de denilir. Şimdi bu yazıyı okurken, tam da burada 60 saniye dur ve kendine şu soruları sor… Bırak gelen cevaplar aksın. Cevap gelmeyebilir. Oradaki sessizliğe tanık olmayı deneyimlemek bakalım sana neler söyleyecek?
-İçim dediğin yer aslında tam olarak neresi?
-Neye benziyor?
-İçim dediğin yeri anlatan koku, renk ya da herhangi bir tat var mı?
Doğru zamanda, doğru yerde sorulan sorular hayatta çok fazla kapıyı açar. Kendi yaşamımda içinden çıkamadığım her durumda bu ve benzeri soru sorma yöntemlerine başvururum. Herkese çok şeffaf olamayabiliyor insan bazen… Ama iş kendinizle yüzleşmeye gelince şeffaflığı bırakın, kaçacak alan yok. Çünkü içinizdeki her şeyi bilen BİLGE taraf, sorduğunuz sorunun cevabını filtresiz bir halde kendiliğinden verecektir.
İçinizden gelen duygu ve düşünce kalıpları gün içinde farklı şekillerde zihnimizden bir bulut gibi geçip gider. Burada gelen duyguyu fark edip, arkasından sürüklediği düşünceyi izleme becerisi geliştirebilirsek o zaman davranışlarımızı denetlememiz de daha kolaylaşacaktır. Ortaya çıkan duyguyu görmezden gelerek, düşünceyi reddederek, kendiliğinden gelme ihtimali olan ne varsa önüne aşılmaz duvarları örmeye başlamışız demektir. Sonra da YAZGI dediğimiz tekrar eden döngüde aynı hikayeyi farklı kişilerle yazıp yönetmeye devam ederiz. Bu durumda bize yaşamda yön veren içgüdülerimizle bağ kurmak, uçak modundayken iletişim kuramadığımız için isyan etmekle eşdeğer hale gelir.
Bu yeterince temas edememe hali bir süre sonra karar alırken hep bir kararsızlık haline dönüşür. Martin Buber’e göre kararsızlık bir hastalıktır. Bu hastalık içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmadığımız sürece hiçbir şey elde edemeyeceğimiz, amaçsız bir döngüye hizmet eder. Potansiyelimize yön veremediğimiz zaman onu içimizde tutsak ederiz. Bu da özgürlüğümüzün elimizden alınmasıyla hissettiğimiz huzursuzlukla kardeş bir duygudur…
İçgüdülerimiz, kalıtımsal özelliklerimiz, çevresel etkenlerimiz karşısında ancak yetişkin benliğimizle kararlar aldığımızda özgürleşebiliriz. Çevreye gelince, biliyoruz ki, çevre insanı yaratmaz. Her şey insanın çevreden ne kazandığına ya da çevreye karşı tutumunun ne olduğuna bağlıdır. Bu tutumda istikrarlı ve dengeli bir şekilde ilerlemek için ihtiyacımız olan şey, içimiz dediğimiz yerden gelen her ne duygu varsa, onun kendiliğinden akıp gitmesi için önce onu hissetmek, sonra da ona alan açmaktır…